Bir kadın


Bir kadın, çok yüksek. Her sabah, yürüyor, karşılaşıyoruz, karşıdan geliyor, telefonla konuşuyor, sihayi elbise oluyor üstünde, bir neşe ile yürüyor, tebessüm eden bir yüz, orta-asya stili, vahşi ve zarif, uzun bacakları bir iktidar vurgusu yapıyor, güçlü ve neşeli.

Ankara, yağmurlu. Bir iki üç dağ var, dağ, tepe, anlamsız bir coğrafya. Şehir kurmak, bir fikir. Yalnızca bir fikir. Ben bu kasabada çok defa uyandığımda aynı soruyı soruyorum: ‘Neden buradayım?’. Yağmur, Ankara’da tek hayat belirtisi oluyor. Bir nefes.

Bu kadın, başka bir yeden buraya gelmiş olmalı. Kadın’ı her gördüğümde o ânı sonsuza dek aklımda tutmaya karar veriyorum. Hayat ne kadar güzel. İçim açılıyor. O birkaç saniye içinde başım göğe eriyor. Hafifliyorum.
Karşılaşıyoruz. Sabah sekizi yirmi geçe. Aynı yerde. Yer, bulvar. Dümdüz. Havaalanına gidilir bu bulvarda. İlk uçak’la gitmeli bu kadınla. Batı, daha iyi. Güneş batarken Batı’ya uçmalı. Cin-tonik, limonlu. Adını sormamalıyım, adını bilmek istemiyorum, adını hiç bilmemeliyim, kadının üzerindeki herşey gözlerinin renginden. O kadar büyük ki onlar. Saçlar bir ipek demeti, siyahi ten üzerinde, neşe içinde dalgalanıyor. Batı, şart değil. Kenya’ya da uçabilirim bu kadın’la.

Bir Fransız: ‘Bir kadını sevildiğinde, dûnya çölleşir’.
Bu kadın bir sanat olayı. Beni Tanrı’ya teslim eden.

Yüksek kadın, düşüncelerimi harekete geçiriyor. Yapacak ne çok iş olduğu aklıma geliyor. Bir dil ustası olmak istiyorum. Bir büyücü. O kadar saf olmalıyım ki Tanrı’dan gelen herşey ile irtibatım mükemmel olmalı. Neyin Tanrı’dan, neyin Şeytan’dan olduğunu ânında kavrayabilmeliyim. Yazı, yüzümdeki bir iki kıvrım. Sanat, gördüğüm bir iki şey. Olmalı.

Schelling: ‘Sanat, bilginin insanlığı yüzüstü bıraktığı yerde devreye girer’.

06 Temmuz 2010 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder