adada yaşamak


10.01.2013 03:01

 “dolayısıyla yasaları yapan, juis prudentia, veya kukçuların bilgeliği değil, bizim şu yapay varlığımız devlet ve onun buyrudğudur”.  hobbes.

bejamin ve enis batur, adada yaşadı. geçici olarak.
deleuze: “coğrafyacılar iki tür ada olduğunu söylüyorlar. hayal gücü için değerli bir bilgi, çünkü burada zaten bildiği bir şeyin onaylanmadığını görüyor. bu, bilimin mitolojiyi daha maddi, mitolojinin de bilimi daha canlı kıldığı tek durum değilş. kıta adaları, rastlantısal, türemiş adalardır: bir kıtadan ayrılmış, bir çözülmeden, erozyandan, kırılmışlardır; onları tutan kara parçasının sulara gömülmesine rağmen varlıklarını sürdürürler. okyanus adaları , kökensel, özsel adalardır: kimi zaman mercanlardan oluşur, gerçek bir organizma olarak karşımıza çıkarlar – kimi zaman da sualtı patlamalarından meydana gelir, derinlerindeki bir hareketi açık havaya taşırlar; bazıları yavaşça su yüzüne çıkarlar, bazıları ise öyle hızlı kaybolup geri gelirler ki onları birbirleri ile ilişkilendirecek zaman kalmaz. kökensel ve kıtasal olarak ayrılan bu iki tür ada, okyanusla toprak arasındaki derin bir karşıtlığı gösterir. kıta adaları, en yüksek coğrafi yapıların küçük bir çöküşünden doğar, böylece bize denizin toprağın üzerindeolduğunu hatırlatırlar; okyanus adaları ise toprağın hâlâ orada, denizin altında olduğunu ve yüzeye çıkmak için güçlerini topladığını hatırlatırlar. öğelerin genelde birbirlerinden nefret ettiklerini hatta birbirlerinden tiksindiklerini kabul edelim. bütün bunlarda içimizi rahatlatan hiçbir şey yok. yine de bir adanın ıssız olması bize felsefi olarak normal görünmeli. İnsan ancak toprakla su arasındaki hararetli kavganın sonu (ya da en azından egemenlik altına alınmış) olduğunu varsayarsa güvende ve iyi bir yaşam sürebilir. insan, cinsiyetleri düşsel bir biçimde pay ederek bu iki öğeyi baba ve anne olarak adlandırmak ister. kısmen bu tür bir kavganın varolmadığına kendini ianandırmak, kısmen de artık böyle bir kavganın olmamasını sağlamak zorundadır. adaların varlığı her iki durumda da böyle bir bakış açısının, böyle bir çaba ve kanının olumsuzlanmasıdır. ingiltere’de birilerinin oturuyor olmasına ne kadar şaşırsak azdır, insan ancak adanın ne anlama geldiğini unutursa orada yaşabilir. adalar insandan öncedir ya da ondan sonrası için.
oysa coğrafyanın iki tür ada hakkında bize söylediklerinin tümünü, hâyâl gücü kendi imkânlarıyla ve başka bir biçimde zaten biliyordu. insanı adalara taşıyan atılım, adaların kendisini üreten ikili hareketi devam ettirir.sevinçle ya da kaygıyla adalar düşlemek, ayrıldığımızı, zaten ayrı olduğumuzu, kıtalardan uzakta, yalnız ve kayıp olduğumuzu düşlemektir – veya sıfırdan başladığımızı yeniden yarattığımızı, yeniden başladığımızı düşlemek. türemiş adalar vardır, ama ada aynı zamanda yoldan çıkarak kendisinden doğru gittiğimiz şeydir; kökensel adalar vardır, ama aynı zamanda ada kökenin ta kensidir, radikal ve mutlak kökendir. ayrılma ve yeniden yaratma kuşkusuz birbirlerini dışlamaz; ayrılınca insanın kendine yapacak bir iş bulması gerekir, yeniden yaratmak istiyorsak ayrılmak daha iyidir, yine de bu iki eğilimden biri her zaman ötekine baskın çıkar. böylece, adaların hâyâl edilmesindeki hareket, onların üretimindeki hareketi devam ettirir; ama nesneleri aynı değildir. hareket aynıdır, ama hareket eden aynı değildir. burada söz konusu olan artık kıtadan ayrılmış olan ada değil, adada olduğu için dünyadan ayrı kalmış olan insandır. burada söz konusu olan artık toprağın derinliklerinden su yüzüne çıkan kendini yaratan ada değildir, adaya dayanarak suların üzerinde dünyayı yeniden yaratan insandır.
müthiş.

selâm ile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder