aramak

 07.02.2013 00:01


“eh, erken geldikti, erken gidiyoruz; sunu”. metin eloğlu. 

hedef kaynaktan ayrı değildir.
anlaşılması gereken en temel olay işte budur: kişinin hedefe ulaşmak için, çıkış kaynağına ulaşması gerekir.
hedefe varmaya çalışırsan sonsuza kadar çalışırsın. oysa kaynağı aramaya başlarsan, sırf kaynağı bulmakla kalmaz, hedefi de bulmuş olursun.
hep uzaklara bakıyoruz. yıldızlara. ulaşamayacağımız yerlere. oysa yarattığımız tüm hedefler kendi zihnimizin bir yansımasından ibarettir. asıl hedef nereden geldiğimizdir. o biçim doğamızın, varoluşumuzun temelin oluşturur.
aramak bir şeyin uzaklarda olduğunu varsaymak anlamına geliyor. arama eylemi bunun şimdi ve burada olmadığını senin içinde olmadığını kabul etmek demektir.
aramak bunun farklı yerde olduğunu ve bulunması için aranması geretiğini varsaymaktadır.
arayanın mutsuzluğunu yaratan bu varsayımdır. arayan mutsuzdur. hâyâl kırıklığı içindedir. arayan yanlış bir yoldadır. sonsuza kadar gidebilir, bulacağı herhangi bir şey yoktur.
insanlar çoğu kere, ellerindeki bir nesneyi ararlar. nesnenin ellerinde olduğunu görmezler. nesnenin elinde olmadığını ve başka bir yerde olduğuna inanırlar. saatlerce ararlar, nesne ellerindedir.
zaten başından beri hep orada olmuştur, sadece gözler uzaklarda dolaşmıştır. kökler, evdeydi. insan zihni insanı boş yere ve anlamsız bir arayışa çıkartır. insan hâyâl görerek, kendini kandırarak yaşar. erteler.
fakr, kelimesi, hiç kimse, hiçbir şey, egosuzluk, tevazu anlamına gelir. fakr kelimesi ile bunların tamamı karşılanır. temel nokta varoluştan ayrı olmadığıdır.
ego olgusunu yaratan şey kendini varoluştan ayrı düşünmektir. ve sana, ben özel biriyim, diye düşündürten bu egodur. sonra bunu kanıtlaman, rekabete girmen, hırslanman ve başarman gerekir. sonra içinde her türlü arzu belirmeye başlar.
tüm arzuların kökeninde yatan şey, ben varım, şeklindeki varsayımdır. kişi bu fikri, bir kenera bıraktığında bir fakir olmuştur artık. fakirin gerçek anlamı budur.
mülkiyet.
insan dünyaya eli boş gelir ve eli boş gider. hiçbir şey sana ait değil, nasıl vazgeçeceksin o zaman ondan? bir şeyden vaz geçmek ancak bir şeye sahip olmak mümkünse mümkündür.
mülkiyet bir yanılsamadan ibarettir. hiçbir şeye sahip değilsin.
vazgeçmek.
para ve puldan vazçip dışta yoksul olmak çok kolaydır. ama bu içsel anlamda yoksullaşmana yardım edeceğine tam tersine engel olabilir. çünkü bir şeyden vazgeçen kişinin egosu son derece güçlenir. bak ne kadar çok şeyden vazgeçtim / ben önemli bir insanım, diye düşünmeye başlar. ve içten içe kendini birşeylerden vazgeçmemiş olanlarla kıyaslamaya başlar. kendisi mübarek bir hâle gelmiştir. yüksek bir rutbesinin olduğunu, kendisinden başka herkesin suçlu olduğunu, kendinden başka herkesin cehennemlik olduğuna inanmaya başlar.
mülkiyet yanılsaması ve vazgeçme. her ikisi de aynı egoya dayanır.
ego biriktirmeye başlar. bir ân gelir, sıkılır. elindekiler onu sıkmıştır. zengin insanlar daha çok sıkılmışlardır. yoksul kişiler paraları olduğunda mutlu olacaklarını sanırlar. onların bir umudu vardır. oysa zenginler paraları ile mutlu olamadıkları için sıkılırlar. sıkılmalarının kaynağında sahip oldukları şeyler yatar. şimdiye kadar hâyâl ettikleri her şey gerçekleşmiştir. geriye yapacak bir şey kalmamıştır. içlerine büyük bir sıkıntı yerleşmeye başlar. dünyanın sunabileceği herşeyden faydalanmış olsalar da tüm bunların yüzeysel, ânlık mutluluklar olduğu ortaya çıkmıştır.
sorulması gereken soru, ben kimim, sorusudur. insan, the soru ile kendi bilinci içinde derinlere dalar ve merkeze doğru hareket eder. oraya vardığında, hiçbir şeyin eksik olmadığını görür. evden ayrılmamış olduğuna şaşırır.

selâm ile. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder